8 Ekim 2007 Pazartesi




Seni istiyorum...ŞİMDİ!

Hiçbir duygumu ertelemedim ben. Yaşayacağım hiçbir şeyi sonraya bırakmadım. Sonra diye bir şeyin olmadığını biliyorum çünkü. Hep yarına dair hayaller kurmak, gelmesi mümkün olmayacak zamanları beklemek benim işim değil.


Aşk zamana meydan okur ama sen karşı koyamazsın ona. Orada durup öylece bekleyemezsin geleceği. Bir adım atmalısın, bir el uzatmalısın aşka doğru. Aşkın anahtarı cesaret değil mi yar? Cesur olmak gerekmez mi bir sevdayı yaşamak, bir sevdayı büyütmek için? Kaç gece yalnız geçti hesaplasana...

Kaç gece bir sonraki günü düşünerek geçti. Neler yapabilirdik, neler yaşayabilirdik düşünsene... Her sabahı birlikte karşılamak vardı seninle. Sevişmekten yorgun düşmüş bedenini öpücüklerle yeni güne hazırlayabilirdim. Gözünü açar açmaz ilk gördüğün şey ben olurdum ve sen benim yüzümde mutluluğu görürdün.

Bu kentin her yerinde, herkesin içinde el ele dolaşabilirdik. Girmediğimiz sokak kalmazdı. Bakışlara aldırmadan sokağın ortasında sarılıp öpebilirdim seni. Bir şarkıyı sözlerini bilmesek bile bağıra çağıra söyleyebilirdik. Sonra bir filme gider, bir kitap okur, denize bakar, bir martının bir lokma simit kaparabilmek için vapurların peşinden bıkmadan uçuşunu izleyebilirdik. Paylaştığımız her an beynimize bir daha çıkmamak üzere kazınırdı.

öÖlerdik birbirimizi delicesine. Bir saati yalnız geçirsek, bir sonraki saati iki saatlik yaşardık. Yaşayamadığımız o bir saatin acısını çıkarmak için,peki biz ne yaptık? Aşkı bir bekleyişin sırtına yükleyip ona sadece uzaktan bakmakla yetindik. Her an aşkı yaşamak varken, her gün birbirimizi yeniden keşfetmek varken, bu yolda birer kaşif olmak varken sürgünleri yaşamaya mahkum ettik birbirimize.

Bu sürgünlüğe son vermenin zamanı geldi artık. Sana huzur vaad etmiyorum, aşkta huzur arayan yanılır. Ben tutkunum, en koyu, en deli sevdanın sözcüsüyüm,onlar adına konuşuyorum. Yarını olmayan zamanlarda hiçbir şeyi düşünmeden erimek adına konuşuyorum.

Gözlerinin içine bakıp SENİ SEVİYORUM demek istiyorum. Aşkın akışına kapılıp hiçbir kaygı duymadan gidebildiğin yere kadar gitmek istiyorum. Kokunu içime çekmek, teninin sıcaklığıyla irkilmek istiyorum. Yaşama senin adınla anlam katmak, mutluluğu bulmak ve bir daha kaybetmemek istiyorum.

SENİ İSTİYORUM, yarın, öbür gün, öbür hafta, öbür ay, öbür yıl değil,
ŞİMDİ!
----------0----------

NERGİS


“Neyi arıyorsan sen O'sun" der Mevlana...

Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...

Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sü­rükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.

Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslın­da, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...

Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.

Resimlerini yanyana koyun sevdiklerini­zin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...

Aşk denilen kaleydoskobun buzlucamına gözünüzü dayadığınızda, binbir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğü­nü görürsünüz. Her camda, farklı bir ren­giniz vardır; her şekilde sizden bir parça...

Aşklarınız hülasanızdır.

Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın, farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam par­çalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz...

Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizde­ki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki si­zin ilhamınız, tenindeki sizin ısınız...

Yoksa hâlâ bir sevdiceğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...







Aşk, narsizmdir.

Kendimiziz her aşkta arayıp durduğu­muz, peşinde olduğumuz...

Bir omza sığınmanın şefkatinde de, bir göğsü dişlemenin şehvetinde de kendimize açılan kapılar var.

Sevda, çevrildikçe içimizin farklı ışıkları­nı yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.

Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.







Narcissus'u bilirsiniz:

Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya doyamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ır­mak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü... uzanıp, iyice bak­mak istemiş. Tam gördüğünde kendini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...

Yeryüzünün en güzel insanının öldüğü­nü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş.

Narcissus, nergis olmuş.







Kıssadan hisse, benden size tavsiye, ta­ze bir nergis verin bugün sevgilinize...

Sonra da, nerede baharsa mevsim, ro­tasını oraya çevirip içindeki eski baharla­ra koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan...

Gözlerinizdeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin!

Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...

----------0----------

ÖZLEME DAİR



Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün, belki de terketmişlere özgü gizli bir terkedilme duygusudur.



Özledim seni...

Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...

Beynimi uyuşturu­yor özlemin...

Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlı­yorum.

Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime sapla­nan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor.

Sabahlara seni ok­şayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, se­vimli ha­şarılığını, çocuksu küskünlüğünü...

Nasıl da serttin başkalarına karşı be­ni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...

Hasta olduğunda, o korkunç kriz ge­celerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...

"Atlattı" müjdesini kutlarken yor­gun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:

"Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve be­ton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."

Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...

Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unut­mandan geçtiğini bilmek...

Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" de­mek...

"Beni ne kadar ça­buk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sa­na ne zor...

Sesimi, kokumu çe­kip alıvermek beynin­den, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...

... seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakma­nı istemek senden...

... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...

... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlik­te güneşlendiğimiz on­ca yazı, yanyana titreş­tiğimiz onca kışı, pay­laştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, ar­kandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...

... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...

... yokluğunu beklemek, ne zor...





Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engel­leri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...

Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.

Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüre­ğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve

"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:

"Geri dön... kulüben seni bekliyor..."

----------0----------

BAHAR GELME ÜSTÜME



Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!



Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
...yoldan çıkarma...!



Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,afrodizyakların en etkilisi, Sevdanın suç ortağısın.Kıyma bana...!Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları... Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında... Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.

İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!...

----------0----------

Birine Bağlanmak




...Bir insanı bir başka insana kuvvetle bağlayan bağ nedir? İbrişim görünümlü çelik bir yumak gibi insanı ilk bakışta görüp anlayabilirmiyiz
...Neye bağlandığımızı biliyormuyduk
bize birisine niye bağlandığımızı sorduklarında, 'çünkü güzel' diyorduk, 'yakışıklı, zeki, güçlü, yetenekli'; bir insanın sevilmesi için geçerli olduğunu kabul ettiğimiz nedenleri sıralıyorduk.
Ama belkidegüçsüzlüklere, zayıflıklara, çarpıklıklara bağlanıyorduk.
Biz 'bağlanmayı' hep zirvelere doğru bir uçuş olarak anlatmaya çalışırken belki de bağlılık, ölümün, deliliğin, kuşkunun, bencilliğin, bozulmanın karanlık uçurumlarına doğru bir kendini bırakıştı.
Bağlandıklarımızda, her zaman başkalarının görmediği bir 'acınacak' yan bulmuyor muyduk, bize en çok acı çektirenlere bile daima bizde şefkat uyandıracak bir kırılganlığı görmüyormuyduk?
Bağlandığımız insanlar, başkalarına ne kadar güçlü, akıllı, güzel, yetenekli görünürlerse görünsünler, biz onların başlarına saflıklarından, çocukluklarından, güçsüzlüklerinden dolayı kötü bir şey geleceğinden tedirgin olup onları korumaya çalışmıyor muyduk?
Bir insana bağlanmak bizi ne kadar zayıf ve çaresiz kılarsa kılsın
canımızı ne kadar yakarsa yaksın, biz genede bağlandığımız insana kendimizinkinden daha zayıf ve çaresiz bir yan sezmiyormuyduk?
Genellikle bu sezdiklerimiz doğru değil miydi?
Sanırım kuvvetli bağları, bağlandıklarımızdaki büyük zayıflıklar güçlendiriyor.
Büyük aşkların, büyük bağlılıkların içinde daima biraz acımada bulunuyor, bizi üzdüklerinde, bize ihanet ettiklerinde bile bu yaptıklarının onların zayıflığından kaynaklandığını düşünüp içinde çırpndığımız derin kedere rağmen onlar için endişe ediyoruz.kendimize dahi açıklamadan onların öleceğinden yalnız kalacağından hastalanacağından bizi çeken o karanlık zayıflıklarının içinde bizsiz yok olacaklarından korkuyoruz.
Başkaları onların en parlak yablarını görürken biz en karanlık yanlarını görüyoruz.
O parıltıyla, o zifiri karanlığın birlikte oluşturduğu tuhaf girdap çekiyor bizi içine; PARILTILARINA GELİYOR YALNIZLIKLARINDA KAYBOLUYORUZ.
...Birine bağlanmadan önce'bağlandığımda
acı çekermiyim' diye korkarken
bağlandıktan sonra 'acaba o acı çekecek mi'diye korkmaya başlarız; kendi acılarımız bize tahamül edilebilir gözükürken, kendimiz her acıya dayanabilecek gibi hissederken onların hiçbir acıyı taşıyamayacaklarından kendi acılarının altında ezileceklerinden çekiniriz.
...Bir insan bir insana neden bağlanır?
Niye bağlandığımızı kendimiz bilirmiyiz?
Akıllı nedenler buluruz duygularımıza, ama asıl neden aklın sızmadığı kutuluklarda gizlidir.
O gizli kutuluklarda ki zayıflıklar niye çeker bizi?
kendi zayıflığımızdan mı? yoksa bağlanan, kendi bağlandığından daha sağlam mı görür, kendi çektiklerine bağlandığı insanın dayanamayacağına mı inanır; bağlanmak bir güçsüzlük gibi görünürken acaba bağlanan kendi gücünü mü hisseder bu bağlılıkta?
Güzel güçlü bir zayıflık Karanlığı ışıklı bir siyahlıktan oluşan bir uçurum gibi çeker bizi, bir kere eğilip baktıktan sonra gözlerinizi almak kolay değildir.
Karanlıklara bağlanırız ama parlak ve alevli olanlara.
böylesine parlak karanlıklar ise ancak ölümde, derinlikte, ihanette, yalnızlıkta bulunur.
Ve başkaları onların parlaklığına hayranolurken biz karanlığa acır ve esir düşeriz.
Onun için bağlanmak ayrırır bizi diğer insanlardan.
diğerlerinin meyveleri toplayıp yediği bir bahçede, o meyvelerin bozulmasından elde edilmiş lezzetli ve yakıcı içkileri içmenin sarhoşluğuna, o içkiyi keşfetmiş olmanın ve kalabalıklardan ayrılmanın hazzıyla bırakırız kendimizi.
'niye bağlanırız bir insana' diye sorulduğunda' içkileri meyvelerden çok sevdiğimiz için'deriz.

----------0----------

SEN




İnsanın içine işleyen bir ayaza ev sahipliği yapan kış sabahında, seni düşündüğümde içime yayılan sıcaklığın, dışarıdaki iki metre karı bile eritebileceğini düşünüyorsam...
Uykudan yüzümde mutlu bir gülümseme ile kalkıp benimle birlikte uyanan güne senin adını veriyorsam...
Evimin bütün duvarlarında senin yüzünü görüp, bana baktığını hissediyorsam...
Ve bu beni her gün hep aynı şekilde heyecanlandırıyorsa...
İçtiğim çayın şekeri, sigaramın dumanı, kahvaltımın her lokması sen oluyorsan...
Sokakta bana bakan her insan, yüzümdeki tarifsiz sevinci görüp hayrete düşüyorsa...
Sevdiğin şarkıyı defalarca başa alıp bıkmadan defalarca dinleyebiliyorsam...
O şarkının her sözüne seninle ilgili ayrı bir anlam yüklüyorsam...
Yüzlerce kişinin arasında bile kadehimi sadece senin şerefine kaldırıyorsam...
Başımı döndüren şeyin aslında içki değil, sana olan aşkım olduğunu biliyorsam...
Yorucu bir günün sonunda ufacık bir sözünle, bir gülüşünle uzun bir tatilden dönmüş gibi enerji doluyorsam...
Ve o enerjiyle hiç uyumadan günlerce çalışabileceğimi duyumsuyorsam...
Gün boyu saatleri, dakikaları sayıp 'Neden geçmiyor bunlar' diye hayıflanıyorsam...
Ve hep seninle buluşacağımız anı bekliyorsam...
Kitap okurken seni düşünmekten kendimi alamayıp aynı satırı defalarca tekrar ediyorsam...
Sonra sana bunu anlattığımda birlikte ne kadar güleceğimizi düşünüp keyifleniyorsam...
Seninle ilgili planlar yapıyorsam...
Sadece varsayımlara dayalı olsa bile o planları mükemmelleştirmek için her ayrıntının üzerinde dakikalarca düşünüyorsam...
İzlediğim filmdeki başrol oyuncularının yerine kendimizi koyup 'Biz olsaydık böyle yapardık' diyorsam...
Yüzyıllardır sevgililerin kullandıkları klasik sözcüklerin benim duygularımı anlatmaya yetmediğini fark ediyorsam...
Yine de bunları söylemekten hiç ama hiç bıkmıyorsam...
Aşkımın coşkusunu sana yansıttığımda senin de bana aynı coşkuyla karşılık vereceğini biliyorsam...
Kahkahanın en güzelini seninle atacağımı, yemeğin en güzelini seninle yiyeceğimi, içkinin en keyiflisini seninle içeceğimi düşünüyorsam...
'Hayatının en anlamlı şeyi ne' diye sorduklarında tereddüt bile etmeden senin adını verebiliyorsam...
Sen benim için vazgeçilmez olmuşsun demektir...


Yalnızlığa Alışmalı


Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...

İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

Yalnızlığa alışmalı...



* * *



Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...

Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.

Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.



* * *



İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...

Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...

Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...

"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...

Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."

Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...



* * *



Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.

Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.

O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...

Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...

Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...

Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...

Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...



* * *



Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

Yollarla barışmalı...

Yalnızlığa alışmalı...


----------0----------


1 Yorum:

saat: 28 Şubat 2019 15:35 , Blogger Kayıp Astronot-MS dedi ki...

eline sağlık hepsini okudum yazıların çok güzel umarım daha çok yazarsın.

 

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa